fbpx

Yenilmeyen Şehir: Kısa Varşova Tarihi ve Rehberi

II. Dünya Savaşı’nda Hitler’in, “tamamen yıkılmalıdır” dediği bir şehrin küllerinden doğma hikâyesidir şimdi sizinle paylaşacağım bilgiler… Birçok ankette “sıkıcı” bir şehir olarak kodlanması da belki bundandır; yorgunluğundan… Kışları kasvetli ve erken kararmasının altına gizliyor belki de tecrübelerini, yaşadıklarını, anılarını, acılarını, savaşlarını, ölümlerini…

Daha 18. Yüzyıl’da üç kere parçalanarak Avrupa haritasından silinen, I. Dünya Savaşı’nda bir milyon insanını kaybeden Polonya, direnişin simgesi olmuş, hiç vazgeçmemiş… 1918’de bağımsızlık savaşını sonunda kazanmış ve hemen ardından 1939’da Nazi Almanya’sının işgaline uğramış ve birkaç hafta sonra da Rusya tarafından işgal edilmiş. 1941’de Ruslar’ı Polonya’dan süren Naziler tarafından zulme uğramış. Bu zulüm, üç milyon Yahudi, bir milyon Polonyalının ölümü ile neticelenmiş. Almanlar, Polonya’yı yerle bir etmişler, nüfusun neredeyse dörtte birini öldürmüşler. O kadar çok gözyaşı dökülmüş ki, dökülen kanları unutturmuş. O kadar çok çocuk yalnız kalmış ki, o kadar büyük işkenceler yaşatılmış ki, o kadar çok çaresiz kalmış ki insanlar ve insanlar o kadar büyük korkular yaşamışlar ki… Ölümün yakınında değil, içinde yaşamışlar; ölümle koyun koyuna uyumuşlar, sürekli korkuyla yaşamaktan huzurun nasıl bir şeye benzediğini unutmuşlar, her an tetikte olmaktan yaşamlarını değersizleştirmişler… Ölüm normalleşmiş, acının eşiği yükselmiş…

Ama hiç vazgeçmemişler… 1947’de komünistler iktidara geldikten sonra ülke sil baştan inşa edilmiş; küllerinden yeniden doğmuş… 1981 yılına gelindiğinde ise sıkıyönetim gerçekleşmiş, 1989’da demokratik seçimler yapılmış ve komünist rejim sona ermiş. 1999’da NATO’ya katılan Polonya, 2004’ten sonra da AB üyesi olarak yoluna devam etmiş. Ve bütün bu süreç boyunca hiç değişmeyen bir şey varsa o da, kimliklerini koruma kararları olmuş… 

Ülkenin acısını en yoğun yaşayan şehir olan Varşova sokaklarında aşkı, acıyı, savaşı hissedeceksiniz. Geçmişin içinden geçeceksiniz ve dikkatli dinlerseniz belki de tarihin çığlığını bile duyacaksınız. Ancak Polonya sadece acıların yaşandığı, savaşların ve ırkçılığın konuşulduğu bir ülke değil. Birçok sanatçıya ev sahipliği yapmış olan bir ülke de aynı zamanda… Marie Curie, Roman Polanski, Frederic Chopin, Josef  Konrad Korzeniowski, Lech Walesa, Stanislaw Lem gibi birçok ismin kokusu sinmiş bu ülkeye, şehirlerine, sokaklarına, caddelerine… Bu isimlerin en önemlilerinden birisi de hiç kuşkusuz Adam Mickiewicz… Kendisi Polonyalı şairlerin en büyüğü olarak kabul ediliyor. Puşkin’in, Goethe’nin yakın arkadaşı. Ülkenin kültürel kimliğinin korunmasındaki en önemli aktör belki de. Döneminin Jim Morrison-Umberto Eco karışımı olarak anılıyor. Polonya’nın hemen her yerinde bir heykeline, anıtına rastlamak mümkün. Varşova merkezli bir kültürel kurum da var ismini taşıyan: Adam Mickiewicz Enstitüsü… 1999 yılında kurulan enstitünün amacı, kültür diplomasisi yapmak; sloganı ise ‘gerçekleri söylemek’…

Burada ziyaret edeceğiniz daha birçok yer var… Eski şehir bölgesi olan Stare Miasto, Krakowskie Przedmiescie Caddesi, Zbawiciela Meydanı, Varşova Kültür ve Bilim Sarayı, Lazienski Parkı, Praga Bölgesi… Sokaklarında, caddelerinde komünizmin izleri hala görülebiliyor ve Rus döneminde kalma binalar ile bolca karşılaşılıyor. İşte bu yüzden burası tam bir açık hava müzesi gibi dolaşılabiliyor…

Bu kadar yazdıktan sonra okumak isteyenlere bir de kitap önermek istiyorum: “Sosyal Bilimler Işığında: Polonya Cumhuriyeti”… Bu kitabı okuyabilir ve sonra da Polonya’yı bir de siz görmek isteyebilirsiniz; caddelerini dinlemek, ruhunu hissetmek isteyebilirsiniz…
Polonya’yı merak edenler, sitemizden Polonya Turumuzu inceleyebilirler…

Ebru YILMAZ

Leave a Reply

Ödemeye Devam Et