fbpx

Selmin Akçay’ın Kaleminden ve Merceğinde Miami ve Orlando…

Yine bir Amerika gezisi ve yine bir doğru adres… Yeni bir Amerika maceramı da her zaman ailem gibi gördüğüm Magidos Tur farkı ile yaşadım. Bu seferki durağım Miami-Orlando idi. Bir sürü kocaman anı biriktirerek geldim yine… Benim için ilginç ve bir o kadar da renkli bir deneyim oldu. Miami’ye geldiğinizde birçok olumlu ve olumsuz duyguyu bir arada yaşamanız gerçekten mümkün. Görülmesi gereken yerler arasında kesinlikle olmalı, ancak Miami, Antalya’da yaşayan biri için bir kere gidilmesi kafi olan bir yer.

İlk gün uçaktan Miami’nin saatiyle akşamüstü 18:00 civarında indik. Akşam herhangi bir program yoktu. Bu arada otel Conrad Miami’ydi. Oldukça güzel bir oteldi. Hem merkezde oluşuyla hem de hizmetiyle son derece mükemmeldi. Üstelik internet de gayet iyi çekiyordu. Beni bilen bilir, internet olmadan asla, yeter ki internetim bitmesin… Bu arada ben otele gidip uyumak istemiyordum tabi ki, gelmişken her şeyi görmeliydim. Otele yerleşip valimizi yerleştirdikten sonra hemen otelden bir taksi çağırıp, soluğu şehrin kalbi ve bütün otellerin bulunduğu bölge, uzun bir cadde olan Ocean Drive bölgesinde aldım.

Gerçekten inanılmaz hareketliydi. O caddeyi kesen bölge olan Lincoln Avenue’de ise şık restoranlar bulunuyordu. Sonra o yorgunluğun üstüne bir kafede dinlenmeyi bence hak etmiştim. Keyifle kahvemi içtikten sonra Miami Beach’e gidip orada uzun pozlama hayalim vardı ancak bu sadece bir hayal olarak kaldı çünkü sahilde kimse yoktu ve girişte polis araçları vardı. Tek başıma gittiğim için açıkçası çok cesaret edemedim uzun pozlamayı (karanlık bir ortamda bir nesnenin üzerine düşen ışığın sensöre aktarılmasıdır), ülkemde yapmak bence daha mantıklı bir karar olacaktı. Ancak o gece o caddeyi bayağı keşfettim. Keşfederken Gianni Versace’ın evini de görmüş oldum. Sonra yine otele döndüm çünkü biraz daha devam etseydim, geri kalan günlerde yorgunluktan otelden pek çıkamayacaktım ki buna hiç niyetim yoktu.

Ertesi gün kahvaltıdan sonra ekiple birlikte Miami beach’e gittik. Gece korkutucu gözüken bu plaj, gündüz gayet güzeldi ama yine de beklediğim bir kalabalık yoktu. Sonrasında Kubalı göçmenlerin oturduğu büyük bir mahalle olan Little Havana’ya gittik. İnanılmaz keyifliydi, gerçekten de minik bir Havana’ydı. Bölge, binaları ve dükkanları ile adeta Küba’yı andırıyordu. Eğer ki Puro’ya meraklıysanız burada birçok puro fabrikası var. Buradan mutlaka puro alın derim. Sonra Bayside’a doğru yol aldık, orada güzel bir yemek yedikten sonra tekne ile Miami bölgesinde yaşayan ultra zenginlerin evlerin bulunduğu adalara doğru yol aldık. Sinema ve müzik dünyasının en meşhur kişilerinin evlerini yakından görme fırsatını böylece yakalamış oldum. Gloria Estefan, Julio Iglesias, Madonna ve Frank Sinatra ve daha birçok ünlünün evini yakından görme fırsatı buldum. Bu turu gerçekleştirirken, “neden olmasın” düşüncesiyle teknede Miami’de devre mülk çekilişine bile katıldım, ya çıkarsa…

Ertesi gün gitmeden önce de özellikle araştırdığım Key West’e doğru yol aldık. Yolumuz üzerinde Isla Morada’da mola verip, meşhur Tarpoon balıklarını elimizle beslemek varmış nasipte, hayatım boyunca balıklardan çok korkmamışımdır ama en büyük çığlığı da burada attım. Onları elimle beslemek hem zevkli hem de bir o kadar heyecanlıydı, bir balığın ağzı ne kadar büyük olabilir? Neyse bu tehlikeli deneyimi de tecrübe ettikten sonra Key West’e doğru yola devam ettik. Key West gerçekten görülmesi gereken şahane bir yer, buraya bayıldım demek belki az kalır. Amerika’nın Florida Eyaletinin güney ucunda, arabayla Miami’den 4.5-5 saat mesafede bulunan bir cennetten bahsediyorum. Amerika Birleşik Devletleri’nin en güney şehri olan Key West, kıtanın adeta saklı cenneti… Key West’e ulaşmak için yapılmış olan köprü (Seven Mile Bridge) 11 kilometre uzunluğunda dünyaca ünlü bir köprü. Okyanus üzerinde size adeta cennetteymişsiniz hissi uyandırıyor. Oradan geçerken en çok fotoğrafı orada çektim…
Key West’i güzel kılan şeylerden bir tanesi de belki de Küba’ya 90 mil mesafede olması. Ada, Amerikalı zenginler tarafından tercih edilen bir yaz beldesi. Tropik ikliminden ötürü yılın 12 ayı deniz sezonu açık. Adada havaalanı da mevcut.  Ama benim tavsiyem Miami üzerinden Key West’e araba yolculuğu ile gitmek olacak. Dönüş yolunda yine Isla Morada’ya uğradık. Bu sefer amaç balıkları beslemek değil eşsiz manzarası ile gün batımını izlemek, harika fotoğraflar çekmekti. Ve inanılmaz güzel kareler yakaladık. Sonrasında otele döndük. Dördüncü gün yine kahvaltının sonrasında Orlando’ya doğru yol aldık. Yola çıkarken Miami’de inanılmaz yağmur yağıyordu ama sonrasında yağmur dindi. 3,5 saatlik yolun ardından Orlando’ya vardık ve Premium Outletler zincirinin bir üyesi olan Orlanda Premium Outlet’e gittik. Birçok marka vardı ve fiyatlar da indirimliydi. Miami’de alışveriş yapmayıp burada yapmak son derece mantıklıydı, her şey çok ucuzdu diyemeyeceğim, dolar eskisi gibi olmadığı için aşağı yukarı fiyatlar aynı ama yine de çok dolaşınca uygun bir şeyler bulabilmeniz mümkün. 

Akşam buradan çıktıktan sonra otele yerleştik. Otelin ismi Radisson Hotel Orlando idi ve sonrasında Disney Downtown’a gittik. Yine bir masal diyarı; o kadar güzel cafeler ve restoranlar vardı ki, üstüne bir de şarkı söyleyen sokak sanatçıları eklenince o gece bitmesin istedim açıkçası. Ancak gece bitmeliydi çünkü ertesi gün Winter Park bizi bekliyordu. Aslında o gün Universal stüdyoları vardı ama ben geçen yıl Los Angelas’da gittiğim için daha farklı yerleri keşfetme çabası içindeydim. Ama daha önce Universal stüdyolarına gitmeyen varsa muhakkak gitsin tabi. Winter Park’ta keyifli bir bot turu yaptık. Göl kıyısına kurulmuş devasa ve gösterişli malikaneler ilginizi çekecektir. Doğası ise bir harika… 

ABD’nin en güzel kampüsü seçilen Rollins College da burada bulunmakta. Winter Park’ın tam orta yerinde tamamen Türk yemeklerinin servis edildiği Bosphorous Türk Restaurantı ise yöre halkı tarafından en fazla tercih edilen mutfaklarından. Akşam da otele geçtik ve dinlendik. Ertesi gün günümü de Orlando Eye’da değerlendirmek istedim, gitmeden önce yine araştırdığım yerler arasındaydı. 25 milyar dolara mal olmuş harikulade bir kompleks… London Eye’dan ilham alınarak yapılmış. İçinde devasa bir dönme dolap bulunmakta. Parkları ve bahçeleriyle müzeleriyle, restoran ve barlarıyla Orlando’nun en heyecanlı ve kalabalık yerlerinden biri… Outlet dünyası; Premium Outlet’lerden Vineyard ve International Drive bulunmakta. Mesafeleri yarım saat. Dünyaca ünlü markaları son derece ucuz fiyatlara buralarda bulmanız mümkün. Orada da bir sürü kafeler, alışveriş yerleri, hediyelik eşya vs. ve benim için en önemlisi Madame Tussauds Orlando olmasıydı. Burada dünyaca ünlü yıldızların bal mumu heykelleriyle harika fotoğraflar çektirmek mümkün. 

Son akşam otele yakın bir yerde kendimize ziyafet yapalım dedik ve Charley’s Steak House’a gittik. Burası, Amerika Birleşik Devletleri’nin en iyi steak house’u seçilmiş bir yer. Fiyatlar korkutmasın, makul… Mutlaka bir kere denenmeli. Personeller inanılmaz ilgili ve güler yüzlü. Yemekler çok lezzetliydi ve yanlarındaki salata da muhteşemdi. Son geceyi de bu şekilde keyifle sonlandırdıktan sonra dönüş vakti yaklaşmıştı ama son ana kadar gezmek ruhumuzda var illa her yer uçağa binilene kadar görülecek… 
Uçak ertesi gün akşam 21:00’daydı. Sabah otelden ayrıldıktan sonra Sawgrass’a doğru yol aldık. Burası o kadar büyüktür ki bir günde gezmenizin imkanı yoktur. Bizim bildiğimiz gibi AVM şeklinde değildi, tek katlı ve bazı bölümleri birbirinden ayrıydı. Florida’da bulunan, Amerika’daki en büyük altıncı alışveriş merkeziymiş. Gerçekten hem yemek hem alışveriş yapabileceğiniz güzel bir yer… Burada en az 5 saat rahat geçirilebilir nitekim de benim için öyle oldu. Ve son olarak dönüş vakti geldi çattı. Uçak saatinin -oranın saatiyle- 21:00 olması bence çok büyük bir avantaj, gece boyunca rahatça uyuyabiliyorsunuz, Türkiye geldikten sonra jet lag falan kalmıyor… Güzel bir seyahatte tekrar buluşmak üzere… 
Sevgiyle Kalın…

Leave a Reply

Ödemeye Devam Et