fbpx

Mayerling Şatosu ve Kızıl Prenses…

Tüm Avrupa’da ve hatta tüm dünyada yankıları uzun süre devam eden Mayerling Faciası ile tarihe geçen Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun veliaht Prensi Rudolph’un ilginç hikâyesini dinlemeye hazır mısınız?

Avusturya İmparatorluğu’nun tek varisi olan Prens Rudolph’un babası Avusturya İmparatoru Franz Joseph, annesi ise İmparatoriçe Elisabeth’ti (Sisi). Çok iyi bir askeri eğitimle büyütülen Prens Rudolph, aşırı muhafazakâr olan babasının aksine aşırı sol görüşlü ve biraz da asiydi. Takma isimlerle sol gazetelerde yazılar yazan Rudolph, imparatorluk tahtında hiç gözü olmadığını da açıkça belli ediyordu.

Resimlere olan merakı, edebiyat ve felsefeye duyduğu özel ilgisi, aşk hayatında yaptığı uygunsuz seçimleri ve biraz da melankolik duruşuyla sıra dışı bir prens portresi çizen Rudolph, avlanmaya duyduğu yüksek dozdaki iştahıyla bu şablonun biraz dışına çıkıyor ve hatta belki de biraz da vicdansız görünüyordu. Prens, avlanmayı öyle büyük iştahla yapıyordu ki bu tutku artık normal bir av merakının dışına çıkmış, hobi olmaktan öteye geçmişti. 

Avını gerçekleştirebilmek için daha şafak sökerken, toprağın buzu çatlamadan ormanın yolunu tutmak, saatlerce tuzağı yerleştirecek uygun yer aramak, başında ses çıkarmadan saatlerce beklemek, avladığı hayvanları atın terkisine yerleştirip, karın üstüne kan damlalarını bırakarak baştan ayağa gurur ve sevinçle dolarak şatoya dönmek… İşte günleri bu şekilde geçiyordu Prens’in…

Prens Rudolph, avlarını saklayacağı bir yere ihtiyaç duyduğundaysa Viyana’nın 40 km uzağındaki Mayerling Köyü’ndeki şatoyu aldı ve tüm hayvanları yavaş yavaş orada biriktirmeye başladı. Kimi hayvanları özel soslarıyla yemeyi tercih ederken birçoğunu da doldurarak kullanıyordu. Etrafı geniş bir orman alanıyla çevrili bu köşkü sırf bu özel merakı yüzünden almıştı ve köşkte zaman zaman şölenlerle yemeklerin servis edildiği de görülüyordu.

1881 yılında, hiç istemediği halde ve rızası alınmadan, Belçika Kralı’nın kızı Stephanie ile evlendirildikten sonra hayatı biraz daha zorlaştı Rudolph’un… Rudolph, Stephanie ile evlenmişti ancak gönlü çoktan başka bir kadına kaymıştı bile. Bu kadın, Viyana yüksek sosyetesinden soylu bir ailenin kızı olan Marie Vetsera’ydı. Prens, 17 yaşındaki Barones Mary Vetsera ile Mayerling mezbahasının içleri doldurulmuş ölü hayvanlarla süslü odalarında tatlı aşk saatleri geçirmeye başladı ancak bu gidişat hiç de iyi değildi. Şatonun sık ormanları onun zamanında hayvanlar için bir barınak olmaktan çok, küçük kemiklerle kaplı mezarlığa dönüşmüştü.

 

İmparatorluk ailesi bu yasak aşktan fazlasıyla rahatsızdı. İmparator, sonunda oğlu Rudolph’a rest çekti ve bir gün aralarında şiddetli bir tartışma oldu. Bu olaydan çok kısa bir süre sonra da yani tarih 30 Ocak 1889’u gösterdiğinde tarihe geçecek kadar büyük bir facia yaşandı: İki sevgili, tuhaf ve korkunç cennetlerinde başlarına birer kurşun sıkılmış olarak bulundular.

Büyük olasılıkla genç çift intihar etmişti ancak ortada öyle şüpheli olaylar vardı ki, bu olay belki de bir cinayetti. Olayın detayları hiçbir zaman tam olarak aydınlatılamadı.


Fakat aradan geçen uzun zaman ve açılan kimi kirli bohçalar, İmparatorluk içindeki gizli hesaplaşmalar sonucu öldürüldükleri savını güçlendirdi. Marie Vetsera gece yarısı sessizce yapılan basit bir törenle, gizlice köy mezarlığına gömüldü.

Prensin beklenmedik ölümünden sonra yerine amcası Karl Ludwig geçti ama o da çok kısa bir süre sonra tifodan ölünce yerini bir başka av sevdalısı olan kuzeni Arşidük Franz Ferdinand’a bıraktı ve Ferdinand, ismini, ölümüyle Birinci Dünya Savaşı’nın başladığı adam olarak tarihe yazdırdı… Bir Sırp milliyetçisinin kurşunu ile can verişi, “1. Dünya Savaşı’nı başlatan olay” olarak anıldı ve bu olay, 4 yıl sürecek büyük bir katliamın da habercisi oldu…

Rudolph’un küçük kızı Elisabeth ise, yıllar sonra zorla evlendirildiği soylu kişiyi hiçbir zaman kabul etmeyerek, babasının yolundan yürüyeceğini gösterdi. Savaştan sonra tüm unvanlarını reddederek Avusturya Sosyalist Partisi’ne katıldı.

Elisabeth’in sevdiği adam Leopold Petznek, partinin önemli önderlerinden biriydi. Elisabeth – artık Erzsi ismiyle hitap ediliyordu kendisine – onunla partinin tüm eylem, yürüyüş ve toplantılarına katılıyordu. O, artık tüm Avrupa’da “Kızıl Prenses” olarak anılıyordu. Elisabeth, kendisine, imparatorluk ailesinden miras olarak kalmış tüm gayrimenkulleri satarak, hepsini Sosyalist Parti’ye bağışladı.

1934 yılında Avusturya gizli polisi tarafından tutuklanan Leopold Petznek, 1944 yılına kadar, on yıl boyunca hapishanede kaldı. O zamanlarda Naziler tarafından hapishaneden alınarak Dachau Toplama Kampı’na atılan Petznek, kısa bir süre sonra Viyana’ya giren Kızıl Ordu Askerleri tarafından kurtarıldı. Petznek, sonrasında Sovyet bölgesinde aktif bir göreve de getirildi. Kızıl Prenses Elisabeth ise kendi oturduğu villasını Kızıl Ordu’ya karargâh olarak tahsis etti. O arada Elisabeth, eski geleneklere göre hiçbir zaman boşanamadığı eski eşinden yeni dönemde boşanarak Leopold Petznek ile evlenme mutluluğunu da yakaladı. Ama kısa süre sonra bölge, Fransızlar tarafından işgal edilince Elisabeth ve Leopold için zor günler tekrar geri geldi.

Leopold Petznek 1956 yılında kalp krizi sonucu gözlerini sonsuza kadar kapattı. Kızıl Prenses Elisabeth ise 1963 yılında ve seksen yaşındayken bu hayattan ayrıldı. Yıllardır bağımlısı olduğu tekerlekli sandalyeden kurtulmuştu artık. O, son nefesini verirken yine Sosyalistti ve bir ömür boyu babası Prens Rudolph’un aydınlık mirasını taşımıştı.

Leave a Reply

Ödemeye Devam Et