Dünyanın en geniş şelalesinde sular, gümbürdeyen beyaz bir duman içinde gözden kaybolur.
Kuzeyden yaklaşıldığında Victoria Şelaleleri, hacmine uygun bir gürültüyle homurdanarak Afrika semalarına öfkeyle savrulan bir buhar bulutu olarak ortaya çıkar. Yerli kabilelerden birisinin verdiği isimle, “Mosi-oa-Tunya”: Gümbürdeyen Duman olarak anılır bu şelaleler…
500 metre yüksekten dökülen ve yaklaşık 40 km’den görülebilen bu kuştüyü buğusu, tedbirsiz bir nehrin muhteşem katastrofuna işaret eder. Çünkü şelalelere yaklaşırken büyük Zambezi Nehri sakin, berrak ve olgundur; bu uykulu akışını yalnızca sağa sola dağılmış adalar bozar.
Zambiya – Zimbabwe sınırındaki dalgalı, üzerine birkaç ağaç serpiştirilmiş otlaklar ya da sakin sakin akan nehrin oluşturduğu dingin manzara yaklaşmakta olan dramı haber vermez. Bu noktada yaklaşık 1.6 km genişliğine ulaşan ve huzurla akan Zambezi Nehri, ansızın karşısına çıkan bir kayalığa doğru savrulduktan sonra bütünüyle nitelik değiştirir. Bir kıyıdan diğerine savrulan sular, tasavvur edilemez bir taşkınlıkla kaynaşıp kükreyen uzun tabakalar halinde, nehrin genişliğini bir anda 60 metreye indiren dar, kayalık ve sarp bir kanyona dökülür.
Manzara gerçekten şaşırtıcıdır. Dökülen suyun hacmi mevsime göre değişmekle birlikte, yağmurla kabardığında nehir, dakikada 540 bin ton (550 milyon litre) su, dünyanın en geniş çağlayanı olarak kayalardan aşağı dökülür. “Danger Point” (Tehlike Noktası) adı verilen ve kanyonun karşı yakasındaki bir kaya çıkıntısına çarpan sular öylesine güçlü bir alt üst oluşa neden olur ki, oluşan püskürmeyle karışık hava akımı, oraya gelen ziyaretçilerin mendilini o ünlü kuş tüyü buğusu üzerinde gökyüzüne uçurabilir.
Güneş ışınlarının havada uçuşan su zerrelerine çarparak kırılmasıyla pırıltılı gökkuşakları oluşur. Kaya çıkıntıları ve adalar bu devasa su bloğunu üç ana bölüme ayırır ve bunlardan birisi olan Gökkuşağı Şelalesi, ismini işte bu efektten almaktadır.
Parlak ayışığı gecelerinde ise aynı buhar perdesi hiç alışılmadık bir ay kuşağı yaratır.
Şelaleleri karşılayan uçurumlar boyunca, kurak sezonların çevre otlaklardaki beyazlatıcı etkisine karşın bütün bir yıl yeşil kalan ormanlar yer alır. Rain Forest (Yağmur Ormanları) olarak bilinen bu ormanlık, yeşillik ve tazeliğini çağlayan püskürmelerinin yarattığı bu rutubetli mikro klimaya borçludur.
Nehir bütün haşmetiyle dar koyaklara doğru atılıp, Boiling Pot ismiyle bilinen girdaba doğru tüm yabanıl görkemiyle savrulurken, bu ihtişam, akıntı yönünde devam eder. Buradan sonra zikzak vadiler arasından geçerek yaklaşık 65 kilometre daha gidecektir.
Kutsal Bir Yer
Yeryüzünde ancak birkaç yer bu denli ürpertici olabilir. Bir zamanlar bu şelalelerin civarında yaşayıp ona “Gümbürdeyen Duman” ismini veren Kololo halkı, bir sel olasılığından öylesine korkarmış ki asla yanına yaklaşmamış. Komşu Tonga Kabilesi ise şelaleleri kutsal, gökkuşaklarının da Tanrı’nın delaleti sayıyormuş. Doğu Çavlanı’nda dinsel törenler düzenleyip siyah boğalar kurban etmişler.
1855 yılında bu şelaleleri kendi gözleriyle görebilen ilk Avrupalı olarak tarihe geçen İskoç misyoner-doktor David Livingstone, şelaleye kendi kraliçesi Victoria’nın ismini verdi. Büyük bir kaşif olan Livingstone, şelaleyi keşfettiğinde Orta Afrika’ya çıkan bir ‘Tanrı Otobanı’ olmasını umduğu 1700 km’lik Zambezi Nehri üzerinde yolculuk ediyordu. Bir kano içinde kendisini akıntıya bıraktı ve 16 Kasım’da önce buhar sütunları halinde gördüğü şelalelere ulaştı. Kanosunu çağlayanın ağzındaki küçük bir adaya çektikten sonra, biraz ileride koca bir nehrin nasıl birdenbire yok olduğunu şaşkınlıkla izledi. “… yerkabuğu içinde kayboluyormuş gibiydi” diye yazdı günlüğüne, “kaybolduğu uçurumun karşı kenarı yalnızca 2.5 metre uzaktaydı..”
Livingstone şöyle devam etti: “sersemlemiş bir halde kenara kadar emekleyerek gidip bu dev yarıktan aşağı bakıncaya kadar da olup biteni kavrayamadım. Yaklaşık 1000 m genişliğinde bir akarsu 30 metreden aşağı dökülüyor ve sonra da birdenbire 15-20 metrelik bir alanda sıkışıyordu. Bütün şelaleler basitçe, sert bir bazalt kayalığın iki yakası arasında açılmış dev bir yarıktan düşüyor ve sonra da sol yakadan otuz-kırk mil boyunca uzanan tepeler arasından uzanıyordu.” Livingstone daha sonra verdiği ölçüleri küçümsemiş olabileceğine de işaret ediyor. Livingstone’un sözleriyle “ Afrika’da gördüğü en harika manzaraydı: “Kesif bir beyaz dumandan başka bir şey görmek mümkün değil… Bu kar beyazı tabaka her biri arkasında ışık hüzmeleri bırakarak tek bir yönde hızla ilerleyen onbinlerce küçük kuyrukluyıldız gibi görünüyordu.”
Livingstone ertesi gün çağlayanı ilk gördüğü adaya (Bugün Kazeruka veya Livingstone Adası olarak biliniyor) geri döndü ve buraya şeftali, kayısı ve kahve çekirdekleri dikti. Ayrıca (Baobab olduğunu söylediği) bir ağaca isminin baş harflerini ve günün tarihini yazdı. Daha sonra bunun Afrika’da bu tür bir kibre yenik düştüğü tek olay olduğu kabul edecektir.
Livingstone, 1860 Ağustosunda bu şelalelere yaptığı ikinci yolculukta koyağın derinliğini ölçtü. Bu işi ucuna birkaç kurşun bağlanarak ağırlaştırılmış ve uzun bir pamuklu bez eklenmiş bir ipi aşağı sarkıtarak yaptı. “İçimizden biri aşağıyı görecek şekilde uçurumun kenarına uzandı ve sarkıtılan pamuklu bezi gözlemledi, ip tam 95 metre salındıktan sonra, aşağıdaki suya muhtemelen 15 metre kala, ucundaki ağırlık eğimli bir çıkıntıya oturdu, dip çok daha derinlere kadar uzanıyor olmalıydı. Beyaz bez artık bir bozuk para gibi görünüyordu.”
Livingstone’un ölçtüğü derinlik yaklaşık 108 metreydi, yani Niagara Şelalelerinin kabaca iki misli.
Victoria Şelaleleri Nasıl Oluştu?
Bugün bu şelalelerin oluşumuna dair Livingstone’un yaşadığı dönemde bilinenden çok daha fazlasını biliyoruz. Zambiya’nın orta platosu aslında, Zambezi Nehri’nin oluşumundan çok daha önceleri, yaklaşık 200 milyon yıl önce gerçekleşmiş bir volkanik hareket sonucu dökülmüş 300 metre kalınlığında bazalt lavdan oluşan dev bir yataktır. Erimiş kayalar soğudukça sertleşti ve kafes şeklindeki yarıklar oluşturarak çatladı. Bu yarıklar daha yumuşak materyelle dolarak aşağı yukarı düz bir katman oluşturdu.
Ancak yaklaşık yarım milyon yıl önce Zambezi Nehri oluşup platodan aşağı akmaya başlayınca yoluna bu yarıklardan birisi çıktı. Su, yarıklara dolan yumuşak malzemeyi derhal eritti ve kendi yolunu açtı.
Bir püskürtü bulutunun ortasında gürüldeyip çalkalanarak akan nehir nispeten alçak bir kaçış noktası buluncaya kadar sel gibi birikti. Sonunda taşacak bir nokta ve dökülecek bir koyak buldu ve ilk şelale ortaya çıktı. Ancak süreç orada bitmedi. Şelalenin ardı arkası bitmeyen dökülüşü, zamanla üzerinden aktığı kaya bloğunu en zayıf noktasından aşındırdı. Büyük bir gümbürtüye akan su, zamanla bu yarıkları daha çok aşındırdı ve nehir yatağını keserek eskisine çapraz yeni bir koyak oluşturdu. Böylece eskisinden de daha çok meyil kazanan nehir, doğu-batı yönünde bir başka yarığa rastladı ve onun da yumuşak dolgularını eritti. Yoluna çıkan kafes, çatlakları bu şekilde eritip zikzak koyaklardan oluşan bir ağ yaratarak şelaleden yoluna devam etti.
Sekizinci Şelale
Bugün bu koyaklardan yedisi nehrin aşağısında görülebilir ve bunlardan her biri de artık yok olmuş bir şelalenin hayaletidir. Sekizinci koyak ise bugünkü Victoria Şelaleleridir ve o bile aşınmaya devam ediyor. Koyakların uzunluğu üstüne her 10 bin yılda yaklaşık 1.6 km’lik bir erozyon gerçekleşiyor. Buna benzer bir bölge, dokuzuncu şelaleyi oluşturan Devil’s Cataract’dır (Şeytan Çavlanı).
Livingstone’un isminin baş harflerini bir ağaca kazıdığı günden bu güne çok şey değişti. Avrupa’dan gelen yerleşimciler, şelalenin 11 km güneydoğusuna bugünü ismi Maramba olan, Livingstone kasabasını kurdu. Bugün orası 72 bin nüfuslu, İskoç kaşifin hayatı ve seyahatlerine adanmış bir de müzesi olan oldukça büyük bir turizm merkezi.
Şelalenin kenarında Livingstone’un bir heykeli var. Koyaksa, Bulawayo’dan gelen demiryolunu geçirmek üzere 1905 yılında inşa edilen bir köprüyle Boiling Pot noktasında birleşiyor. 1938 yılında nehrin altına bir enerji santrali kuruldu ve sonrasında da 1969 yılında Knife Edge asma köprüsü eklendi. Anakaraya dağlık bir burun arasına kurulan bu köprü ziyaretçilere nefes kesici bir manzara sunuyor.
En az yağış alan sezon olan Ağustos ve Aralık ayları arasında Victoria Şelalelerini klasik biçimiyle ve en sakin halleriyle görebilirsiniz. Ancak bu sezonda suyun seviyesi de oldukça düşmektedir.
En hızlı sezonu olan Mart ve Mayıs aylarında ise akıl almaz bir dram yaşanır.
Zambezi’nin şiddeti o denli yükselir ve azgın sular o denli kuvvetlenir ki yağışların az olduğu dönemle kıyaslandığında 15 kez daha hızlı dökülür sular şelalelerden.