Petra, yalnızca bir arkeolojik harikadan fazlası… O, tarihin derinliklerinden günümüze uzanan bir zaman tüneli. Binlerce yıl önce, Nabatiler tarafından kurulan bu büyüleyici şehir, kayalara oyulmuş muhteşem yapıları ve eşsiz konumuyla ziyaretçilerini kendine hayran bırakıyor. Bugün hala gizemini koruyan Petra, UNESCO Dünya Mirası Alanı ve dünyanın Yeni Yedi Harikasından biri olarak kabul edilir ve her yıl milyonlarca turistin akınına uğrar.
1800’lerin başında İsviçreli bir kaşifin yolunu şaşırarak, konumu yüzyıllardır korunmuş bir sır olan antik vaha Petra’ya ulaşmasıyla tanıştığımız antik kent, bilet gişelerinden girdiğiniz anda sizi büyülüyor. Ürdün’ün ıssız çöl kanyonları ve engebeli dağlarının derinliklerinde ilerlerken tarihin içinde dolaştığınızı hissedeceksiniz.
Petra Nerede?
Ürdün’ün Musa Vadisi’nde yer alan Petra, tozlu dağlara oyulmuş, eski Arap halklarından oluşan bir medeniyet olan Nebatiler zamanından bu yana tüm görkemiyle ayakta duran ünlü gül kumtaşı şehri. Petra, Ürdün’ün güneybatısında, Arap Çölü’nün kalbinde yer alıyor. Petra, Ürdün’ün Ma’an vilayetinde konumlanmış olup, Lut Gölü ve Akabe Körfezi arasında bulunuyor. Bu antik kent, kayalara oyulmuş mimarisi ve zengin tarihiyle ünlü.
Petra Tarihi
Petra’nın tarihi, MÖ 4. yüzyıla kadar uzanır ve bu antik şehir, tarih boyunca birçok medeniyetin etkisi altında kalmış. Petra’nın tarihini daha iyi anlamak için, bu bölgenin farklı dönemlerini ve bu dönemlerde yaşanan önemli olayları incelemek gerekiyor.
Nabataean Dönemi
Petra, Nabataeanlar olarak bilinen eski bir Arap kabilesi tarafından MÖ 4. yüzyılda kuruldu. Nabataeanlar, göçebe bir yaşam tarzı benimsemişlerdi ve ilk başta çeşitli çöllerde dolaşıyorlardı. Ancak, Petra’yı keşfettiklerinde buranın stratejik konumunu fark ettiler ve burayı kalıcı bir yerleşim yeri haline getirdiler. Petra’nın su yönetimi ve mühendislik konusundaki başarısı, çölün ortasında böyle bir şehir kurmalarına olanak tanıdı. Nabataeanlar, Petra’da gelişmiş bir su toplama, depolama ve dağıtım sistemi inşa ettiler. Bu sistem, suyun kısıtlı olduğu bir bölgede yaşamalarını mümkün kıldı.
Nabataeanlar, Petra’yı bölgedeki ticaret yollarının kavşağında kurarak, baharat, tütsü, altın, fildişi ve diğer değerli malların ticaretinde önemli bir merkez haline getirdiler. Bu ticaret ağları, Petra’nın hızla zenginleşmesini ve büyümesini sağladı. Şehrin en dikkat çekici yapıları arasında El-Hazne (Hazine), El-Deir (Manastır) ve Kraliyet Mezarları bulunur. El-Hazne, Petra’nın simgesi haline gelmiş bir yapı ve Indiana Jones filmlerinden tanıdık gelebilir. El-Deir ise şehrin en büyük yapılarından biri ve çoğunlukla dini törenler için kullanılmış.
Roma Dönemi
Nabataean Krallığı, M.S. 106 yılında Roma İmparatorluğu tarafından fethedildi. Roma İmparatorluğu’nun bir parçası haline gelen Petra, Roma’nın Arabia Petraea eyaletinin başkenti oldu. Roma döneminde Petra, mimari ve altyapı açısından önemli gelişmeler yaşadı. Romalılar, şehre büyük anıtlar, tapınaklar ve tiyatrolar inşa ettiler. Ayrıca, Petra’nın su yollarını ve yollarını geliştirdiler, bu da şehrin ticaret ve ulaşım ağını daha da güçlendirdi.
Roma döneminde Petra, hem ekonomik hem de kültürel olarak zenginleşti. Romalılar, Nabataeanların sanatsal ve mimari tarzını benimsediler ve kendi stilleriyle birleştirdiler. Bu dönem, Petra’nın altın çağı olarak kabul edilir çünkü şehir, en büyük ve en görkemli dönemini yaşadı. Ancak, Roma İmparatorluğu’nun zayıflamasıyla birlikte, Petra da yavaş yavaş önemini kaybetmeye başladı.
Bizans Dönemi ve İslam’ın Gelişi
Roma İmparatorluğu’nun çöküşünden sonra, Petra Bizans İmparatorluğu’nun kontrolüne geçti. Bu dönemde şehirde birçok kilise inşa edildi ve Petra, Hristiyanlık için önemli bir merkez haline geldi. Bizans döneminde de Petra, önemli bir ticaret merkezi olarak varlığını sürdürdü, ancak önceki dönemlere kıyasla ekonomik ve kültürel olarak bir düşüş yaşandı.
7. yüzyılda İslam’ın yükselişiyle birlikte, Petra Müslümanların kontrolüne geçti. İslam’ın gelişiyle birlikte Petra, İslam dünyasının bir parçası oldu. Bu dönemde şehir, bölgedeki diğer İslami merkezler kadar önemli olmasa da, varlığını sürdürdü. Ancak, zamanla ticaret yollarının değişmesi ve depremler gibi doğal felaketler nedeniyle Petra terk edilmeye başlandı.
Ortaçağ ve Modern Dönem
Petra, Ortaçağ boyunca büyük ölçüde unutuldu ve batı dünyası tarafından keşfedilmedi. 1812 yılında İsviçreli kaşif Johann Ludwig Burckhardt, Petra’yı yeniden keşfetti ve bu keşif, dünyanın ilgisini yeniden bu antik şehre çekti. Burckhardt, Petra’nın harabelerini Batı dünyasına tanıttı ve bu keşif, Petra’nın arkeolojik ve turistik önemini artırdı.
20. yüzyılın başlarında, Petra, arkeologlar tarafından daha fazla araştırılmaya başlandı. Kazılar ve araştırmalar, Petra’nın tarihini ve Nabataean kültürünü daha iyi anlamamıza yardımcı oldu. Bugün, Petra, Ürdün’ün en önemli turistik cazibe merkezlerinden biri haline geldi ve her yıl milyonlarca turist tarafından ziyaret ediliyor.
Petra’nın Mimari ve Kültürel Önemi
Petra’nın mimarisi, kayalara oyulmuş yapılarıyla ünlü. Bu yapıların çoğu, kırmızımsı kumtaşı kayalara oyulduğu için Petra, “Gül Kırmızısı Şehir” olarak da bilinir. Şehrin en ünlü yapısı olan El-Hazne, zarif sütunları ve ayrıntılı oymalarıyla dikkat çeker. Bu yapı, Nabataeanların mimari becerilerini ve estetik anlayışlarını yansıtır.
Petra, sadece mimarisiyle değil, aynı zamanda kültürel zenginliğiyle de öne çıkar. Şehirdeki çeşitli yapılar, Nabataean, Roma ve Bizans etkilerini bir arada barındırır. Petra, antik dünyanın farklı kültürlerinin buluşma noktası olmuş ve bu nedenle çok kültürlü bir mirasa sahip. Şehirdeki freskler, heykeller ve diğer sanat eserleri, Petra’nın zengin kültürel geçmişini gözler önüne serer.
Petra, tarih boyunca birçok medeniyetin izlerini taşıyan, benzersiz bir arkeolojik ve kültürel miras. Nabataeanlar tarafından kurulmuş olan bu şehir, Roma ve Bizans dönemlerinde de önemini korumuş ve günümüze kadar ulaşmış. Petra’nın büyüleyici yapıları ve zengin tarihi, onu dünyanın en önemli turistik ve arkeolojik yerlerinden biri haline getirmiş. Petra’yı ziyaret edenler, bu antik kentin sokaklarında yürüyerek, binlerce yıllık tarihi ve kültürel mirası adeta yeniden keşfetme fırsatı bulurlar.
El Hazne’nin Hikayesi
Petra’nın en ikonik ve en çok ziyaret edilen yapılarından biri olan El-Hazne, kentin girişinde yer alıyor. El-Hazne’nin adı, Arapça’da “Hazine” anlamına gelir ve bu isim, yapının içinin hazinelerle dolu olduğuna dair yaygın bir efsaneden gelmekte. Yapının asıl amacı tam olarak bilinmese de, arkeologlar ve tarihçiler El-Hazne’nin büyük olasılıkla bir mezar ya da tapınak olarak inşa edildiğini düşünüyor.
El Hazne Mimarisi
El-Hazne, yaklaşık 40 metre yüksekliğinde ve 25 metre genişliğinde, kırmızımsı kumtaşı kayalarına oyulmuş bir yapı. Yapının cephesi, Yunan ve Roma mimarisinden esinlenmiş sütunlar, nişler ve heykellerle süslenmiş. Bu karmaşık ve detaylı oymalar, Nabataeanların üstün mimari ve sanatsal becerilerini resmediyor.
El-Hazne’nin cephesindeki en dikkat çekici unsurlardan biri, üst kısımda yer alan devasa urna’dır (kapaklı büyük kap). Yerel halk arasında, bu urnanın içinde bir firavunun hazinesinin saklandığına inanılmaktaydı. Bu inanç, yapı hakkında birçok efsanenin doğmasına neden oldu.
Efsaneler ve Rivayetler
El-Hazne’nin en ünlü efsanelerinden biri, yapının adının kaynağı olan “hazine” hikayesi. Yerel efsanelere göre, Mısır’ın güçlü firavunlarından biri, ordusuyla birlikte bu bölgeden geçerken, hazine dolu büyük bir urnayı saklamak için El-Hazne’yi inşa ettirmiş. Firavunun, bu urnayı soygunculardan ve düşmanlardan korumak için Petra’nın derinliklerine sakladığına inanılır. Bu efsane o kadar güçlüdür ki, geçmişte define avcıları urnayı kırmaya çalışarak içindeki hazineleri bulmayı denemişler. Ancak, urnanın içi boş çıkmış ve bu nedenle urnanın “kırılmaz” olduğu düşünülmüş.
Başka bir efsane ise El-Hazne’nin, büyük bir hazinenin değil, kutsal bir emanetin saklandığı bir yer olduğuna inanır. Bu efsaneye göre, yapının içindeki gizli odalarda, eski krallara ait değerli eşyalar ve kutsal objeler saklanmakta. Bu nedenle, El-Hazne’nin yalnızca bir mezar veya tapınak değil, aynı zamanda kutsal bir emanet odası olduğuna inanılır.
Gerçek Amaç ve Tarihsel Önemi
El-Hazne’nin gerçek amacı hala kesin olarak bilinmemekle birlikte arkeologlar ve tarihçiler, yapının büyük olasılıkla Nabataean Kralı Aretas IV döneminde, M.S. 1. yüzyılda inşa edildiğini düşünüyor. El-Hazne’nin cephe süslemeleri ve mimari detayları, bu dönemin Nabataean sanatı ve kültürüne dair önemli ipuçları sunar. Yapının içi, dışı kadar görkemli olmasa da, mezar odaları ve diğer bölümleri barındırır. El-Hazne’nin içinde bulunan mezar odaları, bu yapının bir kraliyet mezarı olarak kullanıldığına dair güçlü kanıtlar sunmakta.
Günümüzde El-Hazne
Bugün, El-Hazne, Petra’nın en çok ziyaret edilen yapılarından biri olarak, her yıl milyonlarca turist tarafından hayranlıkla gezilir. Yapının büyüleyici güzelliği ve gizemli atmosferi, ziyaretçilerin ilgisini çekmeye devam eder. El-Hazne’nin çevresi, Petra’nın diğer önemli yapıları ve doğal güzellikleriyle çevrili, bu da ziyaretçilere zengin bir kültürel ve tarihi deneyim sunar.
Petra’daki El-Hazne, sadece bir yapı olmanın ötesinde, tarihin ve efsanelerin buluştuğu bir nokta. Bu eşsiz yapının büyüleyici hikayesi, ziyaretçilerine antik dünyanın derinliklerine bir yolculuk sunar ve Petra’nın neden dünyanın Yeni Yedi Harikası’ndan biri olarak kabul edildiğini bir kez daha gözler önüne serer.
Petra’ya Nasıl Gidilir?
Petra’ya ulaşmak için öncelikle Ürdün’ün başkenti Amman’a uçmanız gerekiyor. Amman’dan Petra’ya yaklaşık 230 kilometrelik bir yolculukla Petra’ya ulaşabilirsiniz.