fbpx

Bir Kralın Masal Dünyası; Neuschwanstein Şatosu

Burası, “Şato” deyince aklınıza gelen tüm fotoğrafları yakmanızı sağlayacak kadar fantastik… Disneyland başta olmak üzere birçok hayali üretime ve çizgi filme ilham kaynağı olan ve hatta Andy Warhol’a bile oyuncak olmayı başarmış olan bu şato, Orta Avrupa mimarisinde karşılaşamayacağınız kadar farklı ve etkileyici…

Almanya’nın Ünlü Rotası Romantik Yol

Almanya’nın Bavyera eyaletinde, Würzburg’dan başlayıp, güneye doğru giden, Münih’ten sonra Füssen’de son bulan güzergâha, “Romantik Yol” adı veriliyor. Almanya’nın kırsalını tanıtan bu güzergâh, sevimli kasabaları, çiçekli köy evleri, gölleri, yerel şatoları ile Bavyera’nın tüm güzelliğini yaşatan, keyifli bir destinasyondur. Son noktadaki Schwangau Kasabası’nda, iki göl arasındaki bir tepeye, Bavyera Kralı Ludwig II tarafından, hayatı pahasına yaptırılan Neuschwanstein Şatosu ise, ‘’Romantik Yol’’un pırlantasıdır…

Şato, başka bir dünyadan gelip, bu evrende, Schwangau Gölü’nün tepesine takılı kalmış, büyülü bir mekân hissi verir görenlere ve sadece bir masalda var olabilirmiş gibi görünür…
Bu etkilenmeyi Walt Disney’de yaşamış olmalıdır ki, şatoyu kendi Disney logosunda kullanmayı tercih ettiği gibi, ünlü filmi, ‘’Güzel ve Çirkin’’in geçtiği mekânı yaratırken de, Kral Ludwig’in bu şatosundan esinlenmiştir.

Neuschwanstein Şatosu‘na Nasıl Gidilir?

Neuschwanstein Şatosu’na en kolay ulaşım yolu, Münih’ten trenle Füssen’e gitmek ve trenden iner inmez sizi karşılayan Schwangau otobüslerine binmektir. Yaklaşık 10 dakikalık bir otobüs yolculuğunun sonuna doğru, bir tepenin üzerindeki şato, sislerin arasında yavaş yavaş belirmeye başladığı zaman, bir masal kitabının kapağını açıyormuşsunuz hissini yaşarsınız. Tepeleri karlı Bavyera Alpleri ve çam ormanlarının önünde, dantelimsi girintileri ve gotik kuleleri ile bulutların üzerinde gibi görünen  Neuschwanstein Şatosu, sizi adeta büyülü bir peri masalının içine çeker.

Küçücük bir köy olan Schwangau’dan sonra, ister yürüyerek, ister shuttle otobüslerle veya son derece keyifli atlı arabalarla tepeye ulaşabilirsiniz. Sadece rehberli tur eşliğinde gezilebilen şatonun, kırmızı tuğlalı giriş cephesinden geçip orta avluya ulaştığınızda, artık nasıl bir zihnin bu masalı yazdığını öğrenme isteği daha ağır basmaya başlar.

Neuschwanstein Şatosu Ziyaret Bilgileri

Ziyaret Günleri: Özel günler hariç her gün açık
Ziyaret Saatleri: Mart – ekim arası 09:00 – 18:00, ekim – mart arası 10:00 – 16:00
Giriş Ücretleri: Ocak 2024 itibariyle 26 Euro

Bilet satın almak için resmi https://shop.ticket-center-hohenschwangau.de/Shop/Index/en/39901 adresini ziyaret edebilirsiniz. Gittiğinizde gişede bilet almak mümkün olsa da, sadece şatonun kendi rehberiyle sınırlı sayıda ziyaretçinin gezmesine izin verildiğinden, önceden biletinizi almanızı tavsiye ederiz.

‘Neuschwanstein Şatosu’ dendiği zaman, şatonun kendisinin mi, yoksa onun inşa sürecinin mi var olmasında ve unutulmamasında daha etkili olduğunu bilemiyorum. Bavyera Kralı II. Ludwig, fazla uzun olmayan ömrünü ve ülkesinin hatırı sayılır imkânlarını, bu gerçekdışı gibi görünen şatoya harcamış. Kimilerine göre “deli”, hayranlarına göre ise, “çağının ötesindeki bir masalın kahramanı” olarak kabul edilen, bu eksantrik kral, bugün Almanya’ya senede 1,5 milyon turistin ziyaret ettiği bir eser bırakarak, kendi mitolojisini yaratmıştır.


Kardeşi Otto ile beraber, Prusya Prensesi olan genç annesi ve Bavyera Kralı babası Maximillian’dan uzakta büyüyen II. Ludwig, çocukluk ve ilk gençlik yıllarını, Schwangau’nun gölleri, dağları ve ormanları arasında yalnız geçirmiştir. Bu durum II. Ludwig’in utangaç kişiliği ile birleşince, insanlardan izole yaşamayı tercih eden bir şahsiyete dönüşmüş ve bu karakterini, Neuschwanstein Şatosu’na da yansıtmıştır.

Fransız Versailles Sarayı’nın ihtişamı ile gözleri kamaşmış ve Wagner’in müziği ile büyülenmiş olarak 19 yaşında tahta çıkmak zorunda kalan II. Ludwig, gerçeğinden daha epik bir Ortaçağ Almanya’sına  takıntılı bir tutku geliştirmiş ve hayal sarayında, ruhunu besleyen tüm bu unsurları en belirgin öğeler haline getirmiştir.

Şatonun, sadece ikamet edilen bölümlerinin gezdirildiği turda, 1. kattaki meşe kaplamalı hizmetli odalarını geçerek, asla bitirilememiş 2. kattan, kralın özel bölümü olan 3. kata ulaşılır. 3. kat ve 4. kat, bir kralın yalnızlığını ve içinde yaşattığı romantizm ile dehayı nasıl birleştirdiğini gösteren ihtişamlı bir görsel şölen gibidir.


Sahip olduğu imkânların görkemine rağmen, akşam yemeklerini mutlaka tek başına yediği küçücük masasının yer aldığı yemek odasından yatak odasına geçince, pek çoğumuzun yatak odasından daha küçük olan bu meşe kaplı odaya, dünyaları sığdırmış olduğunu göreceksiniz.

Dini inancına kuvvetle bağlı olan II. Ludwig’in karyolasının çatısı, Notre-Dame kilisesini andıran gotik bir kilise maketi olarak tasarlanmıştır ki, sadece buradaki ahşap işçiliğinin yapımı dört yılda tamamlanabilmiştir. Sarayın tamamında görülebilen, kraliyet rengi gök mavisi, yatak odasında göz alıyorsa da, odanın dekorasyonundaki asıl vurucu öğe, duvar resimlerinin, “Tristan ve İsolde” hikâyesinden pasajlar içermesidir. Bu resimlerin yoğun duygusallığı, hiç evlenmemiş olan kralın ulaşamadığı gizli bir aşkı olup olmadığı sorusunu akla getirir. II. Ludwig’in kız kardeşi ile 8 ay nişanlı kalıp ayrılan bir başka 19. Yüzyıl aristokrasi trajedisi kahramanı olan kuzeni Bavyera Düşesi, Avusturya-Macaristan İmparatoriçesi Elisabeth ya da daha iyi bilinen adı ile “Sisi”, belki de bu ulaşılmaz aşk üçgeninin en güçlü adayıdır. Sisi’nin, Kral Ludwig’in bir deli olduğunu hiçbir zaman kabul etmeyerek, onu savunan ve onu  en iyi tanımlayabilen kişi olması da, bu savı güçlendirir.


Çalışma odasından geçilen bölüm, şatonun kral dairesinin etkileyici noktalarından biridir. Wagner’in Tannhauser Operası’ndan esinlenilerek, yapay kayalarla oluşturulmuş mağara, kısa bir dehliz ile kralı, Schwangau Gölü’nü seyredebilmesi için, bir dağın kovuğu şeklinde düzenlenmiş olan balkona taşır.

Kralın, çocukluk ve gençlik yıllarının özgür yalnızlığını ve doğaya olan özlemini, milyonlarca Mark’ın harcandığı sarayın içine mağara yaptırtacak kadar yoğun yaşaması, onun içine düştüğü umutsuzluğu duvarlara kazımış gibidir.

3. ve 4. katı kaplayan heybetli kraliyet salonu, mimari zarafetin ve estetiğin sergilendiği bir Bizans sarayının ideal kopyası gibidir. Tüm sarayda yaklaşık olarak 1 milyon adet kullanılan kraliyet sembolü kuğu figürleri, bu salonda da göze çarpmaktadır. Salon, altın, emaye ve binlerce ışıkla parıldayan mozaiklerle bezelidir. Ağırlığı 1 tonu bulan, dore pirinçten yapılmış devasa şamdanların sadece 1 tanesinde, 600 mum yakılmaktadır. Büyük salonun duvar resimlerinin, “Kuğuların Şövalyesi” olarak bilinen Lohengrin Efsanesine adanmış olması, bu efsanenin genç kralı etkilediğinin ve ona ilham verdiğinin göstergesidir.

4. katta yer alan “Şarkıcılar Salonu” freskleri ise 1885 yılında F. Pilory tarafından yapılmıştır ve yine Wagner’in Parsifal Efsanesine yer verir. Wagner, kralın hayranı olduğu bir müzisyendir ve kral, onu himaye ederek desteklemiş, ilişkilerini zamanla arkadaşlığa dönüştürmüştür. Hayatının anlamı olan şatonun duvar resimlerinde, çoğunlukla Wagner operalarından pasajlar yer alır. Ancak bu şatodaki ironi, Wagner’in buraya hiç gelememiş olmasıdır.

Neuschwanstein Şatosu, kralın yapmayı istediği üç adet şatonun birincisi ve bitirebildiği yegâne yapıtıdır. Şatonun yapılması, bulunduğu konumdan dolayı, dönemin teknolojisi ile karmaşık iskele ve taşıma çözümleri gerektirmiş ve çok büyük miktarda malzeme teminine ihtiyaç duyulmuştur.

Mimar Riedel ve Dollmen tarafından, 1869 yılında başlanan şatonun yapımı, kralın öldüğü sene olan 1886’da bitmiştir. Kral, şatonun yapımının sürdüğü yıllarda, bulunduğu tepenin zirvesinden karşı yamacı birleştiren, şatonun yapımından önce babası II. Maximillian tarafından doğa yürüyüşleri için kullanılmak üzere yapılmış Marienbrücke Köprüsü’nden, hayalinin gerçeğe dönüşümünü sabırla izlemiştir. Tüm bu yapım yılları süresince, daha aşağıda yer alan Hohenschwangau Şatosu’nda kalarak, mesaisinin önemli bölümünü bu hayal peşinde harcamıştır.

Zamanını ve ülkesinin tüm kaynaklarını şatonun yapımına kanalize etmesi, kendi bakanları tarafından suçlanarak cezalandırılmasına sebep olmuştur. Haziran 1886’da, Bavyeralı bir grup doktordan oluşan psikiyatri komitesi, kralın zihinsel rahatsızlığı olduğunu ilan ederek, konumunun gerektirdiği bir saygı ile sıkı gözetim altında, Starnberg Gölü üzerindeki Berg Şatosu’na gönderilmiştir.

Aynı senenin 13 Temmuz’unda, derinliği 1,5 metreyi geçmeyen Starnberg Gölü’nün sularında, kendinin ve doktorunun cansız bedenleri bulunmuştur. Cinayet mi, boğulma mı yoksa intihar mı olduğu hiçbir zaman açıklık kazanamamıştır.

İnsanların içinde değil, kendi yarattığı seçilmiş bir dünyada yaşamayı tercih etmiş olması, Kral II. Ludwig’i tanımlayabilecek bir kader çizgisidir. İçinde sadece 3 hafta kalabildiği, gerçeküstü bir dünyanın simgesi olan Neuschwanstein Şatosu ise, Walt Disney’e ilham vermiş ve bugün gerçeküstü bir başka dünyada, Walt Disney’in logosunda var olmayı sürdürmektedir.

Ölümünden sadece 6 hafta sona ziyarete açılmış olan şato, bugüne kadar yaklaşık olarak 50 milyon ziyaretçi ağırlamıştır ve Avrupa’nın en güzel şatolarından biri olarak tarihe adını yazdırmıştır.

Leave a Reply

Ödemeye Devam Et