‘Romantik şehir’ deyince akla ilk gelen yer Paris… Bu şehir öyle büyülü ve öyle görkemli ki “Âşıklar Şehri” yakıştırmasını sonuna kadar hak ediyor. Amsterdam ise hem karakteristik şekli hem de eğlenceli yapısıyla gören herkesi kendisine âşık eden bir şehir. Hal böyle olunca düşündüm ki bu iki şehir kadar birbirine yakışan iki destinasyon olamaz. Paris çok güzel bir şehir ama Amsterdam gibi bir kavalye ile bambaşka güzel…
Romantizmin Başkenti PARİS
Dünyanın en romantik şehirlerinin başında gelen Paris, narin bir kadın gibi sanki… Görkemli yapısı ve en çok da Eiffel kulesi ile her yıl milyonlarca misafiri ağırlayan Paris, kültür ve sanat etkinliklerinin yanında yemekleriyle de oldukça büyüleyici. Champs Elysées şehrin en güzel ve en pahalı caddesi. Burada alışveriş yapmak istiyorsanız cüzdanınızı oldukça doldurmalısınız ancak küçük hediyeliklerle de mutlu olabilirim diyorsanız yol üzerinde mutlaka alacak küçük hediyelikler bulabilirsiniz.
Eğer müze meraklısı biriyseniz Paris tam size göre. Mesela Louvre ve D’Orsay Müzeleri görülmeden olmaz. Ancak her bir eser için çok zaman harcarsanız bu müzeleri bitirmeniz günlerinizi alabilir.
Eiffel Kulesi ise bambaşka bir macera…
“Demir Kule” olarak da anılan Eiffel, 1887 ile 1889 yılları arasında Gustave Eiffel’in firması tarafından, Fransız Devrimi’nin 100. yıl kutlamaları çerçevesinde düzenlenen Expo 1889 Paris fuarının giriş kapısı olarak inşa edilmiştir. 3.000 işçi 26 ay boyunca 18.038 adet demir parçayı 2,5 milyon perçinle bir araya getirdi. Hiç ölüm vakası yaşanmamış olması, o günün şartlarında şaşırtıcı bir durumdur. Ancak kule, onu bir utanç lekesi olarak gören Paris halkının tepkisini de çekmiştir. Bazı sanatçılar devasa bir sokak lambasına benzetirken, bir fabrika bacası gibi Paris’in görsel itibarını zedeleyeceğini ileri sürmüşlerdir. Böylelikle devrin sanatçı ve edebiyatçı çevresinde bir kampanya başlatılmış, bu kampanya süresince ünlü sanatçıların imzaladığı bildiriler dağıtılmıştır. Bugün ise Eiffel Kulesi, Dünya’nın en güzel mimari yapılarından biri olarak kabul edilir. Parisliler onu Demir Bayan olarak adlandırırlar. İlk başlarda Eiffel, Kule’ye sadece 20 yıl için müsaade almıştı. Dolayısıyla, 1909 yılında kulenin sökülmesi gerekiyordu. Ancak kule, iletişim için çok uygun yüksekliğe ulaştığından ve yeni yüzyılda Atlantik ötesi haberleşmeye imkân tanıdığından, kalmasına izin verildi.
Tüm gezilecek yerler ve müzeler için giriş biletlerinizi internetten alırsanız hem daha uyguna alabilirsiniz hem de dakikalarca sıra beklemeniz gerekmeden ziyaret etmek istediğiniz yerlere giriş yapabilirsiniz.
Disneyland ise Paris’te görülmeden dönülmemesi gereken başka bir yer… Özellikle de eğer ruhunuzda hala bir çocuk yaşatıyorsanız Disneyland tam olarak sizin mekânınız diyebiliriz. Birbirinden eğlenceli ve adrenal dolu oyuncaklarıyla Disneyland’da, hayatınızda geçirdiğiniz en eğlenceli günlerden birisini geçireceksiniz. Buranın giriş biletini de internetten önceden alarak girişinizi sıra beklemeden gerçekleştirebilirsiniz.
Burada yiyeceğiniz yemekler de hafızanızdan silinmeyecek. Özellikle soğan çorbası bu şehrin spesiyallerinden. Şarap soslu Fransız usulü et sote, şarap soslu ördek ve peynir tabağı yanında güzel bir şarap sizi mutlu edecek yiyeceklerden olacak. Bunların dışında gördüğünüz güzel restoranlarda farklı yiyecekler denemekten de kendinizi mahrum etmeyin.
Büyüleyen Şehir AMSTERDAM
İçine girer girmez rengârenk evleri, kanalları ve yollarıyla sizi büyüleyecek bir şehir olan Amsterdam’a hoş geldiniz. Hollanda’nın kalbinin attığı bu şehir, bir gelenin bir daha unutamayacağı kadar büyüleyici…
Şehirde gezerken en çok dikkat edeceğiniz şey, bir sürü bisiklet ve yaz-kış bisiklet sürmekten vazgeçmeyecek insanlar olacak. İşte bu nedenle şehrin birçok noktasında da bisiklet kiralayabileceğiniz yerler göreceksiniz. Bisiklet kiralamak dediysem alışık olduğunuz dükkânlardan bahsetmiyorum. Avrupa’nın genelinde olan ancak Amsterdam’da çok daha sık karşılaşacağınız bisiklet otoparklarından bahsediyorum. Bir yerden bisiklet alıp aynı bölgeye geri getirme zorunluluğunuz da olmayınca, şehri bisikletle keşfetmenin tadı da ayrı oluyor…
Dam Meydanı bu şehrin en önemli merkezlerinden birisi… Müzeseverlere tavsiyemiz Dam meydanına gelir gelmez ilk iş Madam Tussaud müzesini gezmeleridir. Bir diğer öneri ise Van Gogh müzesi. Müze girişlerindeki sıra epey vaktinizi alacaktır. Önceden internet ya da kapıdan bilet alır iseniz bu sırayı beklemeden giriş yapabilirsiniz.
Amsterdam’ın en çok merak edilen yerlerinden birisi de Red Light. Buranın namını duyanlar yanlarından kız arkadaşları ya da eşleriyle gitme fikrine ilk başta tereddütle bakabilirler ancak gidince de görecekler ki, bu caddenin, Amsterdam’ın diğer caddelerinden pek bir farkı yok aslında. İnsanlar çift olarak dolaşıyor ve birlikte bu caddeyi, bir müzeyi gezer gibi geziyorlar. Aynı sokaklarda insanlar evine, işine gidiyor; bir anne bebeğine mama yediriyor; restoranda aileler yemek yiyor; üst katlarda ofisler insanlar çalışıyor… Yani bu caddede her şey olağan akışında devam ediyor.
Amsterdam’ın en turistik ve en eğlenceli merkezlerinden biri de Leidseplein Meydanı. Bu meydanda neredeyse her gün bir etkinlik görebilirsiniz. Çevredeki birçok kafe ve restoranlarda keyfinize göre yiyip içebilir, canlı müzik ortamlarında güzel bir akşam geçirebilirsiniz.
Sıradaki önemli meydanlardan birisi de ünlü ressam Rembrandt’ın adını verdiği meydan… Rembrandt‘ın evi görülebilecek yerler arasında. Ayrıca gece kulüpleri ve barlar burada bol miktarda var, gece bu bölgede vakit geçirebilirsiniz.
Heineken Fabrikası da turistlerin oldukça ilgisini çeken bir mekân. Bu binada ziyaretçilere biranın nasıl yapıldığı anlatılıyor ve bu anlatım yaklaşık 30 dakika sürüyor. Heineken Bira fabrikasını gezisinde biranın nasıl yapıldığı anlatılıyor. Bira yapımında kullanılan kazanlarda fotoğraf çekme imkânınız da mevcut. Ayrıca fabrika içinde yer alan PC’ler aracılığı ile o anın videosunu çekip hemen arkadaşlarınızla mail ile paylaşabileceğiniz bir mekân var. Turun en sonunda Heineken Shop’da soluğu alıyoruz ve Orjinal Heineken Şişesine adınız yazdırabilirsiniz ya da Heineken bardaklarını da adınızı yazdırıp kalıcı bir anı ile oradan ayrılabilirsiniz.
Hollanda’nın simgesi olan değirmenler ise bir diğer noktanız olabilir. Değirmenleri görmek için gideceğiniz yerin adı Zaanse Schans… Burası gerçekten de rüya gibi bir yer. Burada De Hoop Op d’Swarte Walvis restoranında keyifli bir yemek yiyebilirsiniz. Nehir kenarında, değirmen manzaralı, yeşillikler içinde bir mekân… İsterseniz restoranda yemek yiyebilirsiniz ya da dilerseniz bar kısmında şarabınızı yudumlayabilirsiniz. Değirmen içlerindeki hediyelik eşyalardan beğendiğinizi de alabilirsiniz. Dilerseniz burada bulunan marketten meşhur Hollanda peynirleri, tereyağları envai çeşit ürünleri de satın alabilirsiniz.
Hollanda’nın ulusal müzesi olan Rijksmuseum’da da Amsterdam’da bulunan önemli sanat eserleri sergilenmektedir. Sanatseverlerin çok seveceği bu müzeyi gezmenizi tavsiye ederiz. Müzede sanat, zanaat ve tarih alanındaki parçalar sergilenir. Müze, Hollanda Altın Çağı’na ait geniş bir tablo koleksiyonuna ve oldukça büyük bir Asya sanatı koleksiyonuna sahiptir. Müzede Jacob van Ruysdael, Frans Hals, Johannes Vermeer, Jan Steen ile Rembrandt’a ve atölyesinde çalışan öğrencilerine ait tablolar bulunur. Müze ayrıca Hollanda’nın en büyük sanat tarihi kütüphanesini de barındırır.
Dünyanın tek yüzen çiçek marketini de görmeden gelmemelisiniz. 1862 yılında kurulan Çiçek Pazarı aynı zamanda dünyanın en önemli çiçek mezarlarından da biridir.
Buradan gelmeden çeşit çeşit Hollanda peynirlerinin tadına bakmayı unutmamalısınız. Ayrıca Haring, geleneksel ismiyle Hollandse Nieuwe tipik Hollanda lezzetidir. Buraya kadar gelir bu lezzeti tatmadan dönmek olmaz. Haring kuzey ülkelerinde sıkça ve çeşitli şekillerde tüketilen bir balıktır. Hollanda’da ise çiğ olarak, yanında küp küp doğranmış soğan ve kornişon turşu dilimleri ile yenir. Eğer balığı bu şekilde çiğ yemek size çok iddialı gelirse, sandviç ekmeğinin içinde yiyebilirsiniz. Eğer bu haliyle de beğenmezseniz, her balık sevenin damak tadına uyabilecek ‘kibbeling’ de deneyebilirsiniz.
Genellikle kış döneminde, sokak stantlarında yapılan minik kreplerden de mutlaka denemelisiniz. ‘Poffertjes’ denen krepler, küçük bir kâğıt tabakta, üzerine pudra şekeri serpilerek yenir ve o anki tatlı ihtiyacınızı ziyadesiyle karşılar. Sokakta yenen geleneksel Hollanda lezzetlerinden biridir.
‘Bitterballen’ içi biraz kıvamlı patates püresi ve et karışımı barındıran, dışı çıtır çıtır kızarmış bir yiyecek. Sosuna batırarak (çoğunlukla hardal) yiyebileceğiniz küçük köfte kroketlerdir. Biranızı yudumlarken tadına bakabileceğiniz mükemmel bir Hollanda atıştırmalığıdır. Amsterdam’da bira yanında patates tava rutinini rafa kaldırabilirsiniz.
İşte sizin için hazırladığım iki güzel romantik şehir. Bu şehirleri, başka başka zamanlarda tek tek görebileceğiniz gibi, Benelüks Paris turumuzla tek bir seferde de görebilirsiniz.