Bir Kadının Kurduğu İmparatorluk: Zenobia’nın Palmira’sı

“Erkekler dünyasında bir kadının sesi, kum fırtınasından güçlü olabilir mi?”

Bu soru, tarihin tozlu sayfalarında nadiren yankılanır. Çünkü çoğu zaman kadınlar ya susturulmuş, ya da hiç dinlenmemiştir. Fakat bazen öyle biri çıkar ki, yalnızca sesiyle değil, kararlılığıyla, zekâsıyla ve cesaretiyle çağları aşar. Zenobia, işte tam da böyle bir kadındı. O, bu soruya yalnızca inanarak değil, onu tarihe altın harflerle kazıyarak cevap verdi.

3.yüzyılın ortalarında, Roma İmparatorluğu yıkılıp yeniden kurulurken, doğuda bir başka imparatorluk sessizce doğuyordu. Suriye çölünün ortasında, zenginliğin, kültürün ve stratejinin birleşim noktası olan Palmira’da, bir kadın yükseliyordu. Asil kanı, entelektüel birikimi ve savaşçı ruhuyla sadece kendi halkını değil, tarihçileri, filozofları ve düşmanlarını bile etkileyen biri… Zenobia, tarihin görmeye alışık olmadığı bir güç figürüydü: hem kraliçe hem komutan, hem anne hem hükümdar.

Zenobia’nın hikâyesi sadece bir kadının iktidara yürüyüşü değil; aynı zamanda özgürlük, kimlik ve direnişin de hikâyesi. Roma gibi dev bir imparatorluğa meydan okumak kolay bir cesaret değildi. Hele ki bunu çölün ortasından, yalnızca strateji ve iradeyle yapmak… İşte bu, Zenobia’yı bir efsane değil; bir ilham kaynağı yapar. Ve onun sesi, hâlâ o çöl rüzgârlarında fısıldamaya devam eder:
“Boyun eğmek zorunda değilsin.”

Roma’ya Kafa Tutan Kadın

Zenobia, Palmira Kralı Odaenathus’un ölümünün ardından tahtın başına geçti. Henüz genç yaşta dul kalmıştı ama boyun eğmek yerine güçlendi. Tahtta küçük yaşta olan oğlu Vaballathus adına yönettiği ülkeyi, adım adım Roma’dan bağımsız bir güce dönüştürdü.

Kısa sürede Mısır, Anadolu’nun güneyi ve Arabistan’a kadar topraklar Palmira hâkimiyetine girdi. Zenobia’nın askerî dehası kadar diplomatik becerisi de büyüleyiciydi. Roma İmparatorluğu iç karışıklıklarla uğraşırken, Zenobia bu boşluktan ustalıkla yararlanmıştı. Palmira artık sadece çölün ortasında bir şehir değil, Doğu’nun yükselen yıldızıydı.

Bir kadının bu kadar güç kazanması Roma’yı rahatsız etti. İmparator Aurelian, onun yükselişini bir tehdit olarak gördü. Roma’nın ordusu harekete geçti. Çöl yolları savaş alanına döndü. Ve sonunda Zenobia, 273 yılında Roma’ya esir düştü. Rivayete göre altın zincirlerle süslenmiş bir arabada Roma sokaklarında dolaştırıldı. Fakat onu tanıyanlar için bu, bir aşağılanma değil; bir hayranlık gösterisiydi. Çünkü Zenobia, savaşta kaybetmişti belki ama kendi onurunu asla yitirmemişti.

Kumların Altında Bir Krallık, Palmira

Zenobia’nın gözbebeği olan Palmira, onunla birlikte yavaş yavaş çöktü. Roma’nın eline geçtikten sonra, şehir cazibesini ve bağımsızlığını yitirdi. Zamanla ticaret yolları değişti, çöl Palmira’yı sessizce içine aldı. O büyük sütunlar, kemerli yollar, tanrıçalarla süslenmiş taş duvarlar rüzgâra ve kumlara teslim oldu.

Bugün Palmira, hem bir arkeolojik miras hem de tarihin direnen bir simgesi. Ne yazık ki modern zamanlarda da savaşın gölgesinden kurtulamadı. Antik kent, 21. yüzyılda da tahrip edildi, yakıldı, yok edilmek istendi. Ama Zenobia’nın ruhu hâlâ o taşlarda saklı. Bir kadının özgürlük, güç ve onur adına verdiği mücadelenin izleri hâlâ o harabelerde yankılanıyor.

Zenobia Kimdi? Bizim Hangi Tarafımızı Simgeliyor?

Zenobia yalnızca bir kraliçe değildi; o, kendi varlığını bir fikir haline getirmiş bir kadındı. Tahtta oturan bir hükümdar olduğu kadar, ayakta duran bir düşünceydi. Onun hikâyesi; kimliğini saklamak zorunda kalan kadınlara, hayal kurmaktan korkutulan genç kızlara, sesi bastırılanlara ve varlığı görmezden gelinenlere yazılmış bir cevaptı.

Zenobia bir kadının, zekâsını, bilgisini, stratejisini ve cesaretini bir araya getirdiğinde neler başarabileceğini gösteren bir örnekti — ve bu örnek hâlâ yaşıyor.

Beş dil biliyordu: Yunanca, Arapça, Süryanice, Latince ve Mısır hiyeroglifleri. Felsefeyi, tarihi, edebiyatı ve dini metinleri okuyor; filozoflarla tartışıyor, ordu komutanlarıyla strateji geliştiriyordu. Sarayında sadece generallere değil, şairlere ve bilginlere de yer veriyordu. Onun krallığı yalnızca topraklardan ibaret değildi; o aynı zamanda bilgeliğin, düşüncenin ve adaletin de lideriydi.

Zenobia savaşmaktan korkmazdı. Fakat savaş onun için bir yıkım değil, bir korunma refleksiydi. Halkını aç bırakmaz, düşmanla gereksiz çatışmaya girmezdi. Kadın olmanın yalnızca zarafet ya da itaatle tanımlandığı bir dönemde; o, liderlik etti, komuta etti, barış ve güç arasında zarif bir denge kurdu.

Bugün bizler, hâlâ aynı sorularla baş başayız:
“Yeterli miyim?”
“Bu dünyada bana yer var mı?”
“Hayallerim çok mu büyük?”
“Toplum beni anlayacak mı?”
“Ben gerçekten bu yola çıkabilir miyim?”

Zenobia, bu soruları ilk soran kadın değildi. Ama belki de onlara ilk net cevabı verenlerden biriydi:
“Evet, yapabilirsin. Çünkü ben yaptım.”

Bu cümle, sadece bir meydan okuma değil; aynı zamanda bir davet. Her kadına yöneltilmiş bir çağrı: Hayal etmekten korkma. Yola çıkmaktan korkma. Bilgilenmekten, düşünmekten, sorgulamaktan, yürümekten korkma. Çünkü sen, bir iz bırakabilirsin. Sen de kendi çölünde bir şehir kurabilir, kendi sesinle bir imparatorluk inşa edebilirsin.

Zenobia bize sadece geçmişi değil, potansiyelimizi de hatırlatır. Bugün hepimizin içinde küçük bir Zenobia var — belki de sadece uyandırılmayı bekliyor.

Palmira’yı Ziyaret Etmek Mümkün mü?

Bugün Zenobia’nın göz kamaştırıcı sarayında yürümek, Palmira’nın ihtişamlı sütunları arasında rüzgârın sesini dinlemek ya da El-Lât Tapınağı’nın taşlarında geçmişin izlerini hissetmek… Ne yazık ki artık kolay değil.

Palmira, 2015 yılında işgal edildiğinde, yalnızca bir şehir değil; insanlığın ortak mirası hedef alındı. Antik tiyatrolar, tapınaklar, heykeller sistematik biçimde yok edildi. Zenobia’nın ruhu hâlâ taşlar arasındaydı belki ama bu kez sessizlik farklıydı — korkunun, tahribatın ve kaybın sessizliğiydi bu. UNESCO’nun “en çok zarar gören kültürel miras alanları” listesine girmesi, dünya çapında büyük yankı uyandırdı.

Savaş, yalnızca hayatları değil, hafızaları da yutar. Palmira’nın başına gelen, yalnızca taşların yıkılması değil; geçmişle bağ kurduğumuz köprülerin kopmasıydı. Ancak umudun tarihi hiçbir zaman tamamen silinmez.

Suriye’deki çatışmalar kısmen durulduğunda, Palmira’yı yeniden ayağa kaldırmak için uluslararası düzeyde ciddi bir dayanışma başladı. UNESCO, Polonya, İtalya ve Almanya gibi ülkelerin destek verdiği restorasyon projeleriyle birlikte, Palmira’nın yeniden canlandırılması için adımlar atılıyor. Fakat bu, sadece fiziksel bir inşa süreci değil; aynı zamanda onarılan bir hafıza, iyileşen bir tarih ve yeniden kurulan bir anlam süreci.

Şu anda Palmira’nın büyük bölümü ziyarete kapalı. Güvenlik koşulları hâlâ riskli. Turizm açısından tam bir açılım için zaman ve barış gerekiyor. Ancak sanal müzeler, 3D rekonstrüksiyonlar ve belgesellerle bu kayıp şehre ulaşmak hâlâ mümkün. Zenobia’nın ruhu, teknolojinin yardımıyla da olsa hâlâ sesini duyurabiliyor.

Ve belki de bu, Zenobia’nın bize bıraktığı en güçlü mesajla örtüşüyor: “Hiçbir yıkım, insanlığın inşa ettiği değerleri tamamen yok edemez. Güç, yalnızca sahip olunanla değil; kaybedildiğinde ayağa kalkabilmekle de ölçülür.”

O zamana kadar…
Palmira bir yıkıntı değil; bir niyet. Bir hatırlama biçimi, bir içsel yolculuk, bir kadının tarihle yazdığı direnişin sembolü. Zenobia’nın hikâyesini hatırlamak, sadece bir tarihî olayı değil; insan ruhunun yenilmezliğini de hatırlamak demek. Palmira’yı belki fiziksel olarak göremeyebiliriz şu an, ama onun bize fısıldadığı anlamı her adımımızda taşıyabiliriz.

İlham Arayan Kadın Gezginlere…

Bu hikâye yalnızca tarih meraklılarına, savaşları ve taht oyunlarını sevenlere yazılmadı. Bu hikâye; bir bavula hayalini koyup yola çıkmak isteyen, sırf “yapamazsın” denildiği için iç sesiyle kavga eden, haritada parmağını bilinmeyen bir yere sürüp orada kendi hayatının anlamını arayan tüm kadınlar için yazıldı. Zenobia, sadece geçmişin güçlü bir kraliçesi değil; bugün cesaretin, vizyonun ve kendi yolunu çizen her kadının sessizce yanında yürüyen gölgesi.

Çünkü gezmek sadece coğrafi bir eylem değil, ruhsal bir yolculuk. Ve Zenobia gibi kadınlar, bize hep şunu hatırlatır: Bazen haritanın dışına çıkmadan kendini bulamazsın. Bazen bir sınır kapısından değil, kendi içindeki korkudan geçerek özgürleşirsin. Ve bazen en uzak görünen şehir, aslında kendine en çok yaklaştığın yer olabilir.

Zenobia’nın hikâyesi, yalnızca Palmira’nın sütunlarında değil; senin yürüdüğün her sokakta, karşılaştığın her aynada ve kurduğun her hayalde yankılanabilir. Bugün bir uçak bileti alırken tereddüt eden bir kadın, yarın kendi hikâyesini yazabilir. Bir sırt çantasıyla bilinmeyen bir ülkeye adım atan her kadın, Zenobia’nın bıraktığı yerden devam edebilir. Çünkü onun yolu, bir sarayda değil; bir zihinde, bir hayalde, bir adımda başlar.

Belki de bir sonraki Zenobia, bir çöl kraliçesi değil ama kendi hayatının komutanı olacak bir kadın olarak senin içinde uyanmayı bekliyor. Belki de o ilk adım, tam da şimdi… burada… seninle başlıyordur.

Cesaretin haritası yok. Ama onu takip eden kadınlar vardır.
Ve o kadınlardan biri neden sen olmayasın…

Leave a Reply

Ödemeye Devam Et